Merhaba arkadaşlar, bu hafta film yormak için şu güzel cumartesi gününü beğendim. (Yalaann, yalaaannn, pazartesi giydim fesi, salı sallandı, çarşamba çarşafa dolandı, perşembe perişanlık, cuma mübarek gün, anca :D )
Neyse efenim, tez elden konuya giriyorum. Bu kez seçtiğim filmin adı Pleasantville. 1998 yapımı bu fantastik filme Yaşamın Renkleri ismini uygun görmüşler. Oysa orijinal ismin anlamı pek manidar: Hoşköy denebilirmiş pekala... Neden manidar olduğunu merak ettiyseniz, sonraki paragraflara buyrun.
Efendim, filmimizin iki kahramanı var. İkiz kız ve erkek kardeşler bunlar. Liseli yaşlarda olan kardeşlerden David biraz silik, utangaç, duygusal ve içekapanık bir tip iken, Jennifer tam bir yelloz. (Tabirimi mazur görünüz, aslında yeterli de gelmedi ama çoluk çocuk okuyor, şeyapmayalım şimdi :) ) İşi gücü giyim üst baş ve okulda popüler olmak diyim de siz anlayın.
Film günümüzde geçiyor ve okulda öğretmenler hiç içaçıcı şeyler söylemiyor: Coğrafya öğretmeni küresel ısınmadan, ekonomi öğretmeni ancak küçük bir yüzdenin üniversiteye gidebileceğinden ve çoğunluğun işsiz kalacağından, biyoloji öğretmeni korkutucu ve henüz tedavisi bulunamamış hastalıklardan falan bahsediyor. Fazlasıyla gerçekçi ve karamsar bir tablo var yani gençlerin karşısında. David bu durum karşısında fena halde sinerken, Jennifer durumun farkında bile değil, umurunda da değil tabi. Kardeşlerin kendi aralarında da ilişki yok denecek kadar az ve birbirlerini görmezden geliyorlar, o derece farklı dünyaları insanları çünkü.
David bu karamsar dünyadan kaçmanın kendince bir yolunu bulmuş: Pleasantville denen bir dizi var, onun hastası. Çooookkkk uzun zamandır devam eden dizi, 50'li yıllarda Pleasantville adında kurgu bir kasabada geçiyor hatta siyahbeyaz yayınlanıyor. Dizinin merkezinde bir çekirdek aile var, herkes ama herkes mutlu, birbirine saygılı, herkesin ailesi var, üstü başı temiz, kimse işsiz değil, hava sürekli güneşli, vs vs... ne demiştik? Hoşköy :)
Dizi bir fenomen, hatta diziyle ilgili bir maraton düzenleniyor, dizinin hayranları her bir detayı hatırlayıp sorulara yanıt vererek bir büyük ikramiye kazanmaya çalışıyorlar. David de o maratona hazır. Diziye dair her bir detayı biliyor, oradaki çekirdek aileyi kendi ailesi gibi benimsemiş. Haftasonu düzenlenecek maratonu da kazanacağından emin.
Öte yandan, Jennifer da popülerlik yolunda bir adım daha atarak okulun popüler (ama salak) çocuğunu kafalamış, (aslında ideal çift olurlar, biri kafayı memesi ve saçlarıyla, öteki de pipisi ve kaslarıyla bozmuş), eve davet etmiş bir MTV bilmemkim konserini izlemeye. Gerçi niyet kendi filmlerini çevirmek ama olsun :)
Efendim? Evet bildiniz, maraton ve konser aynı gece ve kardeşler bir çatışmaya doğru ilerliyorlar.
Bir ayrıntı daha: Boşanmış bir annenin çocukları bunlar, haftasonu aslında babalarıyla olmaları gerekirken baba son dakika işim çıktı diyor, anne ise haftasonu planı yapmış bile ve bu telefon kavgasına David şahit oluyor, görmezden gelip zihnen Pleasantville'deki mutlu aileye doğru akıyor...
Neyse efendim, meşum gece biri cipsi ve kolasını, diğeri kırmızı elbisesi ve rujlu dudaklarını alıp TV karşısında buluşuyorlar. Televizyon karşısında ikisi kumandayı çekişirken fırlayan kumanda dağılıyor. TV ünitesi ise kumandasız çalışmayacak türden. Tam da o sırada kapı çalınıyor, o da ne? TV tamircisi! Sevimli tamirci, kızın ne mal olduğunu şıp diye anlıyor ama sohbet ederken oğlanın Pleasantville konusundaki sağlam bilgisini fark edip, onlara farklı bir kumanda veriyor ve evden ayrılıyor. Kardeşler yine kumanda için çekişirlerken, düğmeye bastıkları anda kendilerini Pleasantville dizisi/dünyası içinde buluyorlar, hem de dizide kumanda için çekişen kardeşler olarak!
TV ekranından gördükleri tamirci nuh diyor peygamber demiyor ve orada kalmak zorunda kalıyorlar. Neyse ki David diziyi yalayıp yutmuş olduğu için kim kimdir, ne zaman ne olur, ne yapılır hepsine hakim. Böylece, kendi dünyalarına dönmenin yolunu buluncaya dek, birer Pleasantville sakini olarak yaşamaya başlıyorlar.
Jennifer önce bu duruma isyan etse de, okulun popüler yakışıklısının kendisinden (yani içine girdiği karakterden) hoşlandığını görünce yelkenleri suya indiriyor. Jennifer'in kafasına estiği gibi davranmasına karşın, David başta harfiyen duruma (senaryoya) uymaya çalışsa da, kendisi de zaman zaman farklı davranmaktan kendini alamıyor ve Pleasantville dünyasına yabancı bu iki elementin karışmasıyla, Hoşköy'deki sade ve aptallığın bir parmak üzeri saflıktaki hayat önce yavaştan, sonra derinlemesine değişmeye başlıyor...
İnanmayacaksınız ama buraya kadar anca filmin ilk onbeş dakikası olmuştur. Nalet olsun içimdeki uzun ve ayrıntılı yazma sevgisine :) Bi de arada geyik de yapıyorum, uzadıkça uzuyor idare edin :)
Buradan sonrası ağır heveskıranlık yapmak olur. Film bu siyahbeyaz kurgu dünyasını temel alarak, neredeyse bütün modern insanlık ve düşünce tarihinin üzerinden geçiyor. Özellikle de 50ler Amerikan toplumunda var olan (ve aslında bize de pek yabancı olmayan) pek çok toplumsal tabu itinayla yıkılıyor. Göndermelerin bini bir para, hepsi de çok başarılı. Elim kaşınıyor ama örnek vermiyciim :) Sinema tarihinin en fazla görsel efekt kullanılan filmi olmasına rağmen, bu durum hiç de göze batmıyor.
Oyunculuklar da muhteşem. Bu siyah beyaz dünyada birer karton karakter iken, yavaş yavaş derinlik kazanmaya başlıyorlar iki kardeşin etkileri sonucu ve her bir oyuncu bu ufak ama büyük değişimleri çok iyi veriyor. Tabi bu değişim kasaba sakinleri ile sınırlı kalmıyor, sonuçta iki kardeş de dönüşüm geçiriyor.
Filmin müzikleri ve şarkıları da nefiskulade. Konu ile bağlantılı şarkılar hepsi. Filmin akışına ve gelişmelere göre şekilleniyor. Mesela oğlumuz ilk defa aşık olduğu zaman çalan şarkının ismi, At Last (Sonunda) :) (Aşağıya ekliyorum bunu.)
Oyunculara gelirsek,
İkiz kardeşleri Tobey Maguire ve Reese Witherspoon canlandırıyor. Dizideki anne babaları rolünde ise William H. Macy ve Joan Allen var.
Tobey Maguire ismini, macera sevenler Örümcek Adam filmlerinden hatırlayacaktır. Ben kendisini en çok,
- gencecik bir tıfılkene rol aldığı Buz Fırtınası (Ice Storm, 1997) filminde,
- bir de yetimhane doktoru Michael Caine'in çırağını canlandırdığı, aynı yerde yetişmiş yetim genç rolüyle Tanrının Eseri, Şeytanın Parçası (öğk, isme gel) (Cider House Rules, 1999) filminde beğeniyorum.
Reese Witherspoon, enteresan bir hatun. Filmografisinde romantik komedi de var, dram da, biyografi de. Tek bir türe sıkışmamış yani. Kendisinin en sevdiğim filmleri şunlar:
- Bu Nasıl Sarışın (Legally Blond, 2001) filminde, zengin, aslında akıllı ama aklını o ana dek pek kullanmamış bir sarışın olarak, hukuk fakültesi ciddiyetine uymadığı için kendisini terk eden sevgilisinin ardından hukuk fakültesine gidiyordu.
- Sınırları Aşmak (Walk the Line, 2005) filminde, country şarkıcısı Johnny Cash'in birlikte olduğu country şarkıcısı June Carter'i canlandırıyordu (Gerçek hikaye).
- Yaban (Wild, 2014) filminde, yakın zamanda yaşadığı bir trajedinin üstesinden gelmek için, sırt çantasını alıp tek başına bin millik bir yürüyüşe çıkıyordu.
- Son olarak, Ufak Tefek Cinayetler dizisinin apartıldığı Big Little Lies (Küçük ama Büyük Yalanlar) dizisindeki başrol oyuncularından biriydi.
Plesantville'deki baba rolündeki William H. Macy, yüzünü hemen hatırlayacağınız ama nereden hatırladığınızı çıkaramayacağınız oyunculardan... dı, ta ki Shameless dizisinde başrol oynayıncaya kadar. Pek çok önemli filmde yan rollerdeydi ama hepsinin de hakkını vermiştir. Benim ilk aklıma gelenler şunlar:
- Fargo (1996) isimli efsanevi Coen biraderler filminde (buradaki "efsanevi" sıfatı, hem Fargo filmini hem de Coen biraderleri nitelemektedir), karısını kaçırtıp zengin kayınpederinden fidye isteyen ama işleri feci şekilde yüzüne gözüne bulaştıran bir içgüveysi kocayı canlandırdı.
- Manolya (Magnolia, 1999) filminde, çocukken ünlü olup sonra bir baltaya sap olamayan ve bu geçmiş başarı altında ezilen birini canlandırdı.
- Pek bana hitap etmese de pas geçemiyciim, 2011'den bu yana da Utanmaz (Shameless) dizisinde devam ediyor kendisi.
Pleasantville'deki anne rolündeki Joan Allen, sevdiğim oyunculardan. Onun beğendiğim filmleri de şöyle:
- Cadı Kazanı (The Crucible, 1996) filminde, 1600lerin sonundaki meşhur Salem cadı avındaki kurbanlardan birini canlandırdı. Kocası Daniel Day Lewis'e aşık olan yeni yetme bir Winona Ryder, adam kendisini tercih etmeyince, hem de hamile olmasına rağmen Joan Allen'ı cadılıkla suçluyordu.
- Yüzyüze (Face/Off, 1997) filminde, gizli görev için bir teröristin yüzünü alan bir FBI ajanının doktor eşini canlandırdı. İşler kötüden berbata doğru ilerleyip, terörist de ajanın yerine geçince seyreyleyin gümbürtüyü. Uzakdoğulu meşhur aksiyon yönetmeni John Woo'nun Hollyvood'a damgasını vurduğu filmdir aynı zamanda. Ay neyse bunu ayrı anlatayım :)
- Buz Fırtınası (Ice Storm, 1997) filminde, komşu ve çocukları da arkadaş olan iki çiftten birinin eşini canlandırdı. Burada da Tobey Maguire ile ana oğullar efendim.
- Evet (Yes, 2004) isimli enteresan Sally Potter filminde, bir politikacı ile mutsuz bir evlilik içinde olan ve Lübnanlı bir göçmen (eski doktor yeni aşçı) ile karmaşık bir ilişki yaşayan bir bilim kadınını canlandırdı.
Tekrardan asıl filmimize dönersek, Pleasantville mutlaka ama mutlaka izlenmesi gereken filmlerden bence. Yumuşak yumuşak, sakin sakin, bağırmadan, çok güzel anlatıyor hikayesini. İzleyin, pişman olmazsınız. İzleyenler de birkaç kelam ederlerse sevinirim. İyi seyirler :)