Merhaba Arkadaşlar,
Bu hafta (esasen geçen hafta çünkü yazıyı yazdığım halde siteye giremedim bir türlü, ev çocuk ve ben çığrından çıkmıştık maalesef. Neyse, geç olsun da güç olmasın, ne diyorduk?) Bu hafta, Children of Men isimli filmi anlatmak istedim. 2006 yapımı olan ve ismi esasen "İnsanlığın Çocukları" gibi bir anlama gelen filme, Son Umut ismi verilmiş.
Yıl olmuş 2027. Kasvetli bir Londra kışı. Kahramanımız Theo, umutsuz, mutsuz ve hayatından bezmiş bir şekilde işe giderken bir kahve dükkanına uğrar. Dükkandaki herkes, gözyaşları içinde, televizyondaki haber bültenini izlemektedir. Dünyadaki en genç insan unvanını elinde bulunduran 18 yaşındaki bir gencin ölüm haberi verilmektedir televizyonda. Yani, 18 yıldır hiç bebek doğmamıştır. Bir sebepten, dünya çapında kısırlık başgöstermiş, düşük sayısı giderek artmış ve sonunda da artık hiç doğum gerçekleşmez olmuştur.
Theo dışarı çıktıktan beş dakika sonra kahve dükkanında bir bomba patlar. Sonrasında yaşanan kaos, dünyanın içinde bulunduğu halin küçük bir özeti gibidir: her yerde kargaşa hakimdir. Dünyanın diğer köşelerine kıyasla, İngiltere'de düzen ve disiplin hala vardır, askeri gücün de sağlam durması sayesinde. Dolayısıyla dünyanın her yerinden göçmenler İngiltere'ye gitmeye çalışmaktadır. Bu yoğun talep sebebiyle de çok ciddi ve sert önlemler mevcuttur kaçak göçmenlerle ilgili. Göçmenler sınırdışı edilmiş, göçmenlik yasadışı ilan edilmiştir. Göçmen karşıtlığı da had safhadadır. Sokaklarda göçmen avı sürmekte, kaçak göçmenler belli bölgelerdeki kamplara tıkıl.. şey yani götürülmektedir.
İşte bu ahval ve şerait içinde... (öhöms, seçimler parazit yaptı pardon,) yani bu sırada, göçmen taraftarı yasadışı bir örgütün lideri olan eski eşi Julian, Theo'ya ulaşır. Devlet dairesinde çalışan Theo'dan, göçmen bir kızı başka bir şehre götürecek belgeleri temin etmesini ister. Eski güzel günlerin hatrına değil tabii, köprülerin altından çok sular akmıştır ve Theo da bu işi para için yapacaktır.
Theo ancak kendi refakati eşliğinde belgeler temin edebildiği için (ve bu "hizmeti" için de fazladan para aldıktan sonra), Julian, kız ve birkaç kişi daha yola koyulurlar. Fakat yolda, başlarına gelmeyen kalmayacaktır...
Birden fazla kez izlediğim ve fekat çok çok da izlemeyi yüreğimin kaldırmadığı filmlerden biri bu. Özellikle de bebenin doğumundan sonra daha fazla sulugöz olduğumu itiraf edeyim. En son bebeden önce izlemişim, bu kez izlerken daha farklı etkiledi bu film beni. Etkilenmek için illa anne olmaya, hatta kadın olmaya da gerek yok tabii ki. Çocukları, dolayısıyla geleceği olmayan bir dünya düşüncesi, oldukça karamsar ve üzücü.
Film distopik bir gelecek anlatıyor. Görüntü de karanlık ve kasvetli, pek fazla renk de yok. Oldukça karanlık bir çerçeve çizilmiş. Yine de küçücük bir umuda bile sarılıyor insanlar. Umudu besleyip büyütmek kadar onu yok etmek ve/ya ondan yararlanmak isteyenler de oluyor tabii.
Pek çok filmin aksine, film biterken, aslında hikaye yeni başlıyor. Okuduğuma göre, filmin yönetmeni Alfonso Cuarón'un da yapmak istediği buymuş zaten: Filmin kapanışında esas hikayenin başladığı bir film çekmek. (Daha önce anlattığım filmlerden, Sleepless in Seattle da böyledir aslında. Bir aşk hikayesi anlatır ama kahramanları filmin sonunda tanışırlar.) (İsmini hatırlayamadığım bir filmin sonunda da şöyle bir cümle vardı: "Bu, sonun başlangıcı değildir. Sonun sonu da değildir. Bu sadece, başlangıcın sonudur." Çağrışımları durduramyorum! Bu film de güzeldi, bi arayayım bakayım.)
Bir edebiyat uyarlaması olan filmi, yazarının beğendiği söyleniyor ki bu önemli bir referans benim için. Birden fazla kez yazılan senaryonun son haline, başrol oyuncusu Clive Owen da hatırı sayılır bir katkıda bulunmuş.
Heveskıranlık yapıp ipucu vermeden yazmak çok zor. Bu yüzden repliklere geçiyorum bu noktada.
Theo: Julian? Seni 20 yıldır görmemiştim. İyi görünüyorsun. Polis, kullandığı fotoğrafla sana haksızlık etmiş.
Julian: Polis hakka dair ne bilir ki?
Jasper: Doğum gününde ne yaptın?
Theo: Hiçbir şey.
Jasper: Hadi canım, bir şeyler yapmışsındır.
Theo: Hayır. Uyandım, b.k gibi hissettim, işe gittim, b.k gibi hissettim.
Jasper: Ona akşamdan kalmışlık deniyor Amigo.
Miriam: Çocuk parklarındaki sesler silindikçe, umutsuzluk bastırdı. Çok garip, çocuk seslerinin olmadığı bir dünyada olanlar...
Radyo spikeri: Bir şarkı da tüm nostaljiklere gelsin. Geçmişten, taa 2003'ten bir bomba. İnsanların, geleceğin eli kulağında olduğunu reddettikleri o güzel günlerden bir parça.
Jasper (Theo'nun kahvesini alıp çıktıktan birkaç dakika sonra kahve dükkanındaki patlamaya ithafen): Krema ya da şeker kullanmadığına sevindim Amigo, seni ve bebek Diego'yu aynı günde kaybetmeye dayanamayacaktım.
Theo: O kadar kötüydü ki, herkes ağlıyordu falan... Yani, bebek Diego da ne yahu? Aşağılık serserinin tekiydi herif!
Jasper: Evet ama dünyadaki en genç aşağılık serseriydi.
Filmin oyuncularına gelelim şimdi de. Hanımlar önden :)
Julianne Moore, Theo'nun eski eşi, yasadışı göçmen taraftarı örgütün lideri Julian'ı canlandırıyor. Filmdeki tek Amerikalı oyuncu. Kendisini izlediğim ve bence kaydadeğer filmleri şöyle:
- Manolya (Magnolia, 1999) filminde, parası için yaşlı bir adamla evlenen fakat adam ölüm döşeğindeyken ona aşık olduğunu dehşetle fark eden genç bir kadını canlandırdı. Bir şekilde birbirine geçmiş çok sayıda sevgi, bağışla(n)ma hikayelerinden birinin kahramanıydı kendisi.
- Hannibal (2001) filminde ki Kuzuların Sessizliği'nin devam filmidir, projede yer almak istemeyen Jodie Foster'in yerine, FBI ajanı Clarice Starling'i canlandırdı. Jodie Foster'in tercihine üzülmüştüm doğrusu ama Julianne Moore da fena iş çıkarmamış bu filmde.
- Cennetten Çok Uzakta (Far from Heaven, 2002) filminde, 50ler Amerikasında, kocasının homoseksüel olduğunu öğrenmesiyle evliliği krize giren ve aynı zamanda ırkçı dış baskılarla uğraşan bir kadını canlandırdı.
- Saatler (The Hours, 2002) isimli edebiyat uyarlamasında, birbirine paralel işlenen üç hikayedeki üç kuşak kadından ortancasını canlandırdı. Virginia Woolf'un Mrs. Dalloway romanından etkilenen karakter, mutlu hayatının bir yalan olduğunu fark ediyor ve bununla başa çıkmaya çalışıyordu.
- Gizemli Parçalar (The Forgotten, 2004) filminde, çocuğunun kaybıyla başa çıkmaya çalışırken aslında hiç çocuğu olmadığı söylenen bir kadını canlandırdı. Kadın umutsuzlukla çocuğuna dair hatıralarına tutunmaya çalışıyordu.
- Körlük (Blindness, 2008) filminde, ismi verilmeyen bir şehirde ve giderek ülkede bir beyaz körlük salgını patlak veriyordu. Karmaşanın hakim olduğu ortamda, gören tek kişi olarak doktorun karısını canlandırdı. Saramago uyarlaması olan film, hiç fena olmayan bir uyarlamadır.
- Carrie: Günah Tohumu (Carrie, 2013) filminde, ergen kızını çok ciddi baskı altında yetiştiren koyu katolik, kafayı günahla bozmuş, yalnız bir anneyi canlandırdı. Kötü bir tekrar çevirim olan filmin orijinaline göre tek iyi tarafı bu hatundur bence.
- Açlık Oyunları serisinin son hikayesinde (Hunger Games: Mockingjay Part 1&2, 2014-2015), distopik bir gelecekte baskıcı bir rejime karşı çıkan isyancıların başkanı Alma Coin'i canlandırdı. Bu rolünde gerçekten çok iyiydi, nefret ettim kendisinden :)
Clive Owen, başrol oyuncumuz. Duyarsızlaşmış, umutsuz Theo'yu canlandıran oyuncuyu izlediğim ve dikkatimi çeken filmler ise şunlar:
- Daha Yaklaş (Closer, 2004) filminde, karşılıklı ilişkileri karmaşıklaşan iki çift içinde, yaşça büyük olan erkeği oynadı.
- Günah Şehri (Sin City, 2005) filminde, suça bulaşmış karakterlerden birini canlandırdı. Frank Miller'den bir çizgi roman uyarlaması olan filmin kendisi de çizgi roman tadında. Bol kanlı olmasına rağmen yer yer siyah beyaz, yer yer çizgi roman görüntüleri olduğu için çok da rahatsız etmiyor diyeceğim ama yine de ancak meraklısına hitap eder. Genel seyirci için değil pek :)
- Hepsini Vur (Shoot 'Em Up, 2007) filminde, bir kadının yeni doğmuş bebeğini korumaya çalışan bir tetikçiyi canlandırdı. Aksiyon dozu hayli yüksek bir suç komedisi olan film, absürt çatışma sahneleriyle dolu. Hatta bir sahnesinin mümkün olabilirliği, Mythbusters (Mitsavar) programı tarafından denenip çürütülmüştü.
- Gölgede Dans (Shadow Dancer, 2012) filminde, 90'larda bir IRA muhbiri ile çalışan bir MI5 ajanını canlandırdı.
Son olarak, filmin yönetmeni Alfonso Cuarón'un, bu yılki Roma filmiyle en iyi yönetmen ve en iyi sinematografi dallarında Oscar aldığını da belirteyim. (2014 yılında da Yerçekimi (Gravity) filmiyle en iyi yönetmen ve kurgu Oscarlarını almıştı.)
İşte böyle. Children of Men, umutsuz başlayıp, umutsuzluklar arasından ilerleyip umuda ulaşmaya çalışma hikayesi. Böyle deyince, şu sıralar pek çoğumuzun hayatının özeti gibi oldu. Ne diyeyim, ne olursa olsun enseyi karartmamak lazım. Filme dair merakınızı uyandırdığımı umarım. İzleyenlerin yorumunu beklerim. İzleyecek olanlara ise şimdiden iyi seyirler :)